24 Şubat 2011 Perşembe

Bile Bile Lades

      Ben hayatı fazla ciddiye almıyor numarası yapmaya bayılanlardanım. Delicesine kahkahalarım vardır benim, susturamazsınız. Suratımda kocaman bir sırıtma vardır, milyonları gıcık edebilecek kadar kocaman, indiremezsiniz. Ölesine polyana tavırlarım vardır benim, gıcıklık yaparsınız "yok öyle yapmak istemedi" derim, önleyemezsiniz. Sorunlarım yoktur benim, en büyüklerini öylesine saklar gizlerim, bulup kurcalayamazsınız. Hayat ağlanamayacak kadar basittir benim gözümde. Sınavlar; çalışıp hazırlanırsın, kim kime giriyor anlaşılmaz, hayırlısı der 5 dk sonra kahkahamı koyuveririm. İki yüzlüler; arkamdan deli gibi saydırıyordur, duyarım, gelip kocaman gülümsemesi ile "nasılsın?" der, biter eriyip gider. "Ağlaman gerekiyordu, unuttun galiba!". Ben böyleyim işte.
      Akrabalarımızdan kayıplar oldu, ağladım onların ardından. Mesela dedelerimi çok küçük yaşta kaybettim ben. Kucağına oturup bir şey isteyemedim belki de. Hediyelerle gelmedi dedem, belki de o kadar küçüktüm ki hatırlayamadım bile getirdiği hediyeleri. Dedemi bırakıyorum babamın da hediye ile geldiğini, "oğlum" diye sarıldığını çok hatırlamıyorum ben. Babam hep mi terör estirirdi bizim evde. Herkes mi ağlar, sızlar, durmadan hizmet etmek için koşuşturup sonunda da "evin erkeği o" modunda boyun burkarak diğer oda da ağlardı. Ya aşırı sessiz yerinden bile kıpırdamayan bir çocuk olan ben, ben de mi azar işitiyordum acaba? Yoksa dayak atacak bahane arayan babam beni azarlamadan mı döverdi. Derslerim çok iyiydi ama az yemek yiyordum, bizim evde bu bile azar için yeterli bir sebeb olabilirdi. Aile dramı, kavgalar hep en derinden etkiler beni işte filmlerde. Aşk filmi izleriz ben baba ile çocuğun durumuna üzülürüm. Birisi babasını/annesini kaybeder, ben depresyona girerim. Annemin beyninde tümör var dediklerinde bile okumaktan vazgeçip annemin yanına döndüm vakti zamanında. Babamla kavga etmeyi kestim ben annem için, o kesmese de.
      Hani polyana kısmım var ya, o hep bana "Baban o senin, seni çok seviyor ama asabi biraz. Özünde iyilik var, bak ne istesen yapmadı mı? Her seferinde önüne çıkarıp durdu ama o da senin için, bak bu sayede hepsini hatırlıyorsun. Seviyor o seni ama yansıtma şekli farklı." dedi. Aptal beynimi seviyorum ben belki de, yine inandım. "Ben baba olmamalıyım." dedim bu hayatta bir kişi daha üzülmesin diye düşünürken en büyük hatamı yaptım. Kahvaltımı yaparken bir taraftan da "film izlemeliyim" ışığı ile irkildim. Merhaba Çağan Irmak, merhaba Hüseyin dede. Bu filmi izlemiştim daha önce niye tekrar izliyorum ki. Yok, izledim.
      Basite aldığım hayatta unuttuğum bir şey vardı benim. Basit olan hayatta sakladıklarımız ortaya çıkınca saniyeler değer kazanırdı oysa ki. Saat ilerliyordu ve benim yapmam gereken birsürü şey vardı. Yeniden yağlı boya yapmaya başlayacaktım. Ya dersler, evet onlar da çalışılacaktı. Peki ya istediklerim, onlar ne olacak. İnsanız hepimiz benciliz biz. Para istiyoruz her istediğimizin olması için. Birilerini mutlu etmek için ya da kendimizi mutlu etmek için. Bunları yaparken başka ne yapmam lazımdı. Telefonumdan birden bir ses geldi. Bataryası bitiyordu. Hemen koştum ve şarja taktım. Nedir bu aceleci tavırlar, ne oluyor? Telefon beklemiyordum, sorun neydi? Panik oldum hareketlendim, neden?  Bir yere de gitmeyecektim, dersim de yok bugün. Son bir telefon konuşmasıydı belki yapmak istediğim. Aradım babamı. Hiç yapmadığımız bir konuşma yapmaya hazırdım. Çalıyordu. Yıllarca içimde kalmış bir sözcüktü belki ağzımdan çıkacak olan. Babam yine bir sorun var sanıp "Hayırdır ne istiyorsun?" tavırları ile telefonu açtı. Kısa bazı konuşmalar yapıp dayanamadım. "Hasta mısın hala?" diye sordu, iyileştiğimi söyledim. "Sorun ne?" dedi. O an aklıma içime batan bütün arkadaşlarım geldi. Babasını kaybettiğini öğrendiğimizde saatlerce ağladığım ve hala babasının fotoğrafını cüzdanımda taşıdığım, şu an savcılık sınavına hazırlanan arkadaşım. Fotoğraflarını deli gibi beğendiğim -her anım kıymetli bu kızlarla- dediğim, hayat dolu iki insan ve belki daha seslerini duymak istedikleri anne-babaları. Sınıfımızda babalarını daha yeni kaybetmiş olan iki arkadaşım ve ikisine de "başın sağolsun" bile diyemeyişim. Babasını kaybettiğimiz haberini alınca ve cenaze törenine geç kaldım diye okuluma lanet etmekten başka bir şey yapamadığım, şu an kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan arkadaşım...
      Bir an telefondan ses geldi. Babam hala telefonun diğer ucunda beni bekliyordu. Sesini duyuyordum hala. Bunca yıldır duyduğum bu sesi ama nasıl fark edemedim bu kadar sıcak olduğunu. Her an kızmaya hazır bekliyor ya hani, "bağıracak şimdi" korkusu var ya hani, o kadar heycanlandırıyormuş ki beni.
      Kimileriniz havalı der bana, kimilerimiz ukala. Garip giyinimli gelebilirim ya da saçıma absürt bir şekil vermiş olabilirim. Bana sinir olanlar ve intikam almak isteyenler; bana en büyük işgence tabiki de "Babam ve Oğlum" tarzında aile sorunları ile ilgili filmler izletmek olurdu. Fakat  bunu ben oturup kendime yapıyorsam işte bunun adı: "Bile Bile Lades"  oluyor.
       .....
    - Ne oldu Mustafa, ne var yine!
    - Baba ne kadar kavga da etsek, ben seni çok seviyorum.
    - ... Biz de oğlum aynı.
       (5 sn sessizlik)
     - Neyse görüşürüz.
     - Selam söyle anneme.
     - Aleyküm selam
        Dıt dıt dıtt....
     - Sağlıkla kal baba.

Hiç yorum yok: